19 Kasım 2009 Perşembe

Sayı 2 : Bedel

Bir an için durdu. “Başka bir yolu olmalı” diye geçirdi içinden. “Başka yollar başkaları içindir” dedi daha güçlü, kabındaki yemeği yanından geçen insandan içgüdülerinin etkisiyle korumaya çalışan köpeğin hırıltısına benzer bir içsesle.

Adımlarını daha da hızlandırdı ama daha sessiz. Bu, ona yetiştirme yurdundan kalma bir yetenekti. Aşçıya yakalanmadan sütlaçtan bir kase aşırıp, kankardeşi ile yemek için mutfağa çok hızlı ve çok sessiz girip; aynı hızla ama bu sefer sese dikkat etmesine gerek kalmadan çıkması gerekirdi. Kaçarken sese dikkat etmesine gerek yoktu çünkü yurtta yediği sonsuz dayaklara bir yenisi daha eklense hiç de fark etmeyecek, hatta en azından arkadaşlarının “yine niye dayak yediniz oğlum?” sorularına verecekleri lezzetli (!) bir yanıtları olacaktı.

*** *** *** ***

Son zamanlarda iştahı hayli kabarık olan kardeşinin habersiz gelişiyle, az sonra yenecek yemeğin yanında ekmeğin yetmeyeceğini düşündü evin hanımı Asude. Güzel bir kadındı Asude hanım. Hatta bu güzelliği onu ilk gören insanlarda çok kasvetli bir hava yaratır, burnu havada bilmiş bir kadın olduğunu hissettirir, ama ağzından çıkan cehalet fışkıran ilk cümleyle beraber muhataplarında; gevşeme, kurdukları cümlelerde özensizlik ve hareketlerinde başıboşluk gözlenirdi.

‘Belki dünden kalan ekmekleri sepetliğin en altına koymuşumdur’ umuduyla, bir kez daha yokladı patates ve soğan poşetlerinin arasını.Yok, eline sert ve yuvarlak hatlı sebzelerden başka bir şey değmedi. Tek çare mızmız olan en küçük kızı Esra’yı köşedeki bakkala göndermekti, daha doğrusu göndermeye çalışmak.

Esra, asilik yaşına vücudundan önce giren olgun zekasıyla, ilk başta kendini sevdiren, ama bunu çok bilmiş tavırlarıyla fazla sürdüremeyen, evin en küçük kızı, babasının en büyük dostu, annesinin sinir hastalıklarının sebebi, ablalarının komşu gezmelerinde yanlarına almadıkları olmasa da olurlarıydı. En büyük zevki müzik için: ’Benim için müzik ruhun gıdası değil, nefesi; o olmadan birkaç dakikadan fazla yaşayamam’ derdi; ‘çıkart artık kulağından şu zımbırtıyı’ diye bağıran ablalarına karşı, her zamanki eke tavrıyla.

‘Esra’ diye bağırdı Asude hanım ama ilk bağırmasında yanıt alamayacağını bildiğinden, yemeği karıştırdığı tahta kaşığı süzmek adına tencerenin kenarına hafif hafif vurmasının eşliğinde daha sert bağırdı:

- Esra! Duymuyor musun kız beni?

Hızla yan odaya geçti, hızlı davranıyordu çünkü her hafta merakla takip ettiği dizinin başlamasına çok az kalmış ve başlamadan bulaşıklar yıkanmış, çay suyu konmuş olmalıydı. Yan odada Esra’yı, baterinin ritmiyle kendinden geçmiş, müzik çaların kulaklığını kulaklığına adeta yapıştırır gibi takmış, kafasını sallar halde buldu:

- Kör olmayasıca ben kime bağırıyorum iki saattir.
- Tek kulaklığı hafifçe çıkaran Esra:
- Ne var yine ya?
- Koş ekmek al iki tane, dayın geldi, hadi çabuk yemek olmak üzere.
- Ya bir git anne lütfen ya, akşamın bu saatinde.
- Saat daha sekiz bile olmadı ne olmuş akşamın bu saatine, hem herkes daha sokakta hadi bir koşu al da gel.

Çok önemli bir iş yapıyor edasıyla kulaklığı tekrar takar halde:

- Uf tamam ya, para ver.
- Al, ha bide yarım kilo toz şeker al.
- Ne?
- Yarım ki... çıkartsana şu zımbırtıyı kulağından kör olmayasıca.
- Ha ne dedin? Bir daha söyle.
- Yarım kiloda şeker al diyorum, hadi sallanma koş.

Kulaklıklar hala kulağında olduğu halde çıktı dışarı. Ayağındaki topuklarını dışarıda bırakan küçük terliklerini yere sürte sürte aşağıdaki bakkala iniyordu onu izleyen bir çift acıyan gözden bihaber. Ekmekleri alıp aynı yola çıkması çok uzun sürmedi Esra’nın. Arkasında; yetimhanedeki kadar olmasa da ona yakın bir sessizlikte ilerleyen adamı,kulağında basbas bağıran müzik olmasa da duyması çok zor olacaktı.

*** *** *** ***

Çığlık atamadı çünkü önce ağzını kapatmıştı adam. Sağ eliyle aniden ağzını kapatıp, sol koluyla ufacık bedeni sıkıca kavrayarak, tenha sokağın şahitliğinde, hemen yandaki boş arsanın yıkık dökük duvarının dibinde, kırağıyla ıslanmış ve soğuk çimlerin üzerine yüzü koyun yatırdı. Fazla acı çektirmek istemiyordu, gözlerinden de belliydi zaten,acıyarak bakan gözlerinden. Mecburdu ama bir iz bırakmaya, başka yolu yoktu çünkü, başka yollar başkaları içindi.

*** *** *** ***

‘Yedi yıl ağır hapsine’ dediğinde hakim, biraz ağırına gitti, daha az bekliyordu ama ‘neyse’ dedi içsesi yarım ağız bir şekilde. İki yanında jandarma erleri olduğu halde adliye koridorundan nakil aracına doğru ilerlerken, Esra’nın babasıyla göz göze geldi bir an. Adam ona: ’İçerde icabına bakarlar artık, bırakmazlar yanına ırz düşmanı orospu çocuğu’ dedi, gözleri kan çanağı, dişlerini neredeyse kıracak kadar sıkar halde. O da biliyordu yanına bırakmayacaklardı içerde oğlancılar. Tıpkı diğer tecavüzden yatanlara yaptıkları gibi. Asıl adalet içeri girdikten sonra başlardı bu topraklarda, biliyordu.Tamam korkuyordu, ama korkuyla beraber büyük bir heyecan ve belli etmemeye çalışmasına, herkesin ona ‘bide utanmadan sırıtıyor ırz düşmanı’ demesine sebep olan dudağının sol kenarında belli belirsiz bir gülümsemeye neden olan sevinç de duyuyordu.

*** *** *** ***

Tanrı penisinin başından aldığı sinir hücrelerini makatının çevresine yerleştirmiş; buna haddinden fazla östrojen hormonu da eklenince, erkeklere kendini sunmak tutkunun ötesinde zorunlu bir ihtiyaç şeklini almıştı onun için. Zorunlu çünkü, yapmadığı zaman sinirleri geriliyor, sinirlerinin gerilmesi ise çocukluğunda geçirdiği havalenin mirası sara krizlerini tetikliyordu. Bu duygusunu ne kadar uzun süre tatmin etmezse nöbetler o kadar sıklaşıyor, nöbet sonrası toparlanması uzuyor, o derece hayattan kopuyordu.

Çirkin yüzü ve bedeni ona hapishanede oğlancıların kucağına düşmekten başka çare bırakmadı. Bunun için yapması gereken tek şey, vicdanının tüm engellemelerine rağmen bir kıza tecavüz etmekti, o da öyle yaptı. Nitekim bu dünyada, birilerinin mutluluğu için birilerinin bedel ödemesi gerekiyordu.

Tahsin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder